EĞİTİMCİ, İLAHİYATÇI VE YAZAR NİHAT GÜÇ;"Başka birçok platformda dile getirdiğim gibi biz kendimizi yazmadığımız vakit, başkalarının yazdıklarına muhtaç hale geliriz ki bir toplumun yok olması işte bu gibi zamanlarda gerçekleşir."

TURAN YALÇIN- -Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız, hangi okullarda okudunuz ve nerelerde çalıştınız?

NİHAT GÜÇ- 1974 Şanlıurfa/Suruç'ta doğdum. İlkokulu Namık Kemal İlkokulu'nda,taokul ve liseyi Suruç İmam Hatip Lisesi'nde okudum. 1995'te başladığım Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni 2000 tarihinde bitirdim. 2002 yılında kısa dönem askerliğimi Bartın/Amasra'da yaptım. 2000-2007 yılları arasında dünya iaşesi için muhtelif işlerde devam ettim. 2007 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde İmam-Hatip olarak başladığı görevimden 2011 yılında istifa ettim. Aynı yıl Hakkari/Şemdinli ilçesinde başladığım öğretmenlik görevime daha sonra Mardin/Kızıltepe, Şanlıurfa/Haliliye ve Eyyübiye ilçelerinde bulunan muhtelif okullarda çalıştım. Halen Şanlıurfa/Karaköprü'de bulunan bir İmam Hatip lisesinde meslek dersleri öğretmeni olarak görevimi sürdürmekteyim. Okumayı ve yazmayı çok seven biriyim. Çeşitli internet sitelerinde kısmi zamanlı olarak yazmaktayım. Evliyim ve ikisi erkek, ikisi de kız dört çocuk babasıyım.

TURAN YALÇINYazmaya başlama hikayenizi anlatır mısınız?

NİHAT GÜÇ- Elbette her şeyin bir sebebi vardır. Benim de yazı yazmama sebebiyet veren olay camide cereyan etti. Sıcak geçen bir ramazan ayında teravih namazını kılmak için camiye gitmiştim. Cami imam hatibi neredeyse hiç vaaz vermez ve cemaate hiç sohbette bulunmaz, ayet hadis neredeyse hiç okumazdı. Belki de bu durum bulunduğum şehrin demoğrafik yapısından kaynaklanıyordu. Belki de ayda yılda bir okuduğu; bir ayet ya da bir hadisin dini anlatma konusunda yeterli olacağını düşünüyordu. İmam görevine sadık biriydi. Camiye zamanında gelir, mihraba geçer, cemaate dönerek sehpayı önüne çeker, önündeki kitabı karıştırmakla zaman geçirirdi. Hemen her vakit aynen tekrar ederdi bu davranışını.

Dakikalarca vaaz edecek pozisyonda, sehpaya yaslanarak oturur, sanırım cemaatin çoğalmasını beklerdi. Ama nedense cemaat de birden bire toplanmıyordu. Beş on kişiye de vaaz etmek, dini sohbette bulunmak, bir ayet ve bir hadis okumak her halde zgeliyordu. "Namaza duracak cemaatin tamamı toplanmadan vaaz edilmez." diye bir kuralın olabileceğini düşünmüş olmalıydı ki cemaat tamamıyla toplanmadan vaaza başlamazdı. Biraz ayet, biraz hadis dinlemek için camiye erkenden gittiğim çok olmuştur. Vaaz dinlemeyi çok severim. Bana Yüce Allah'ın (c.c) emir ve yasaklarını hatırlattığı için dört gözle beklerim. Kendi kendime; "Cemaat toplandı, artık vaaz başlayacak." derdim. Ama ne yazık ki; cemaatin toplanması namaz vaktinin geldiğinin göstergesi oluyordu.

Bu durum genel geçer bir kurala dönüşmüştü.

Cami imam hatibi; hasbelkader o gün bir hadis okumuştu. Okuduğu o bir hadisin bitimiyle kametin getirilmesi aynı ana denk geldi. Dile getirdiği o bir hadis sohbetin başlangıcı ve sonu olmuştu. Fahri olarak müezzinlik yapan zatı muhterem(!) kamet getirmek için ayağa kalkarken hadisi güya yorumladı. Kendi kendine konuşarak ama biraz da cemaatin duymasını istercesine sesini yükseltti.

Hadisi yorumlarken de, o camide, o ilçede hatta o ilde dahi olmayan başka birinin ismini açıkça cemaat tarafından duyulması için gereken bir ses tonuyla söyleyerek ayağa kalkmıştı.

Sanki; "Bu hadis camide bulunan hiç kimseyi ilgilendirmiyor, sadece ismini söylediği, o andaada bulunmayan o şahsı ilgilendiriyor." gibi bir imada bulunmuştu. Aslında O şahsı kötülemek için bunu yapmıştı. Bu sözüyle hadisi, imamın kastetmediği manaya yorumlamıştı. Belki kininden, belki hıncından belki de siyasi uyuşmazlıktan kaynaklanan bir tavırdı sergilediği. Belki de ben böyle anladım. Ama takındığı tavır ifade edilen hadisin camide bulunan cemaatle hiç ilgili değilmiş lanse edilmişti. Hareketleri de böyle yorumlanmaya müsaitti. Hiç hoşuma gitmedi bu durum. Söyleneni hemen bir çırpıda, elbiseyi üzerinden sıyırıp atar gibi, hadisi üzerinden sıyırarak, camidekilerden hiç kimseyle ilgili ve alakalı değilmiş gibi imada bulunması, sevmediği kişinin ismini telaffuz ederek, hadisi sanki sadece o şahısla ilgiliymiş gibi davranması, istenmeyen nahoş olan bir durumdu. Bu davranış; hiçbir ayet ve hadisle uyuşmayan, hiçbir Müslümana yakışmayan bir tavırdı.

Bu durum ne İslam'ın genel geçer kurallarıyla uyuşuyordu ne de hadislerin böyle bir amacı vardı. Camiye kadar gelen, fahri olarak da müezzinlik yapan birine ise hiç yakışmıyordu. Müslüman'a yakışmayan bu durum bana dokundu. İçimi yaktı, burnumu sızlattı. Adeta gözlerimden yaş aktı.

Hadisin ve ayetin çıkar uğruna nasılda yorumlandığının tipik bir örneğiydi bu sergilenenler. Kendisine cevap verilmeliydi. Ama içinde bulunduğumuztam cevap vermeye elverişli değildi.

Bir ramazan günü, teravih namazı ve cami tıklım tıklım dolu...

Konuşan da fahri müezzin...

Müslümanların içine düştükleri bu durum acınası bir durumdu. Bir yanlış vartada ve siz bu yanlışa müdahale edemiyorsunuz. Kılınan teravih namazı boyunca ecel terleri döktüm.

Namazın kılınmasının ardından eve döndüm ve bu durumun vahametini anlatan; "Asrımızın Hastalığı" adlı yazıyı kaleme aldım. O yazı bu yazı derken aradan yıllar geçti. Bu olaytaya tam sekiz kitap çıkarmış oldu.

TURAN YALÇINİlk kitabınızı nasıl çıkarttınız, yayınlama hikayenizi anlatır mısınız?

NİHAT GÜÇ- Bu dünyadaki en büyük şansınız dürüst insanlarla karşılaşmaktır. Dürüst insanların kurduğu yayın evini bulmak da büyük bir mesele günümüzde. Kitap basmazlar, bastıkları kitapların hakkını ödemezler yazara. Ancak ben ilk kitabımı yayımlama konusunda pek zorlandığımı söyleyemem. Birçok yazara nasip olmayan şansı Yüce Allah bana nasip ettiğini söyleyebilirim. O da; dostluğumuz, kitap basımından çok öncesine uzanan Beka Yayın evi sahibi Şamil Gök Beyefendi idi. Kendisine müteşekkirim bu konuda. Kitap olarak gönderdiğim dosyayı basmaya değer bulunca güven geldi bana. Bu vesileyle daha güvenle yazmaya başladım.

TURAN YALÇIN-Eğitimci olmanızın yazmaya etkisi nedir?

NİHAT GÜÇ- Eğitimci olmamız yazma konusunda bize olumlu bir katkı sunduğunu söyleyebilirim. Çünkü eğitim ve öğretim işi diğer herhangi bir mesleğe benzemez. İşimiz gereği öğrencilerle yani öğrenmek isteyenlerle iç içeyiz. Hemen her gün dertleriyle hemhalız. Çözüm üretmek, dertlerine deva olmak, sorunun kaynağını öğrenmek, bu konuda fikirler ileri sürmek bizim için çok önemli. İmam hatip lisesinde bulunmak ve meslek dersleri öğretmeni olmak da başka bir avantaj. Bu vesileyle her gün okuyucu kitlemizin yani muhatabımızın soru ve sorunlarıyla yeniden yeşeriyoruz. Her bir soru bir ilham kaynağı olmuştur benim için.

Her an bir koşuşturmanın içindeyiz. Aslında hayatın kendisi büyük bir koşuşturmaca. Kolay zamanlarda üretimin olacağını hiç sanmıyorum. İnsan zorda kalınca bir çıkış kapısı arıyor. Yeni fikirlerle mücadele ettiğiniz zamanlar en çok zorlandığınız ve yorulduğunuz zamanlardır. Ve en üretken olduğunuz zamanlar da en çok zorlandığınız zamanlardır.

TURAN YALÇIN-Yazmak mı yayımlamak mı daha zor?

NİHAT GÜÇ- Yazmak zor, yayımlamak daha zor. Bu cümleyi tersinden de okuyabilirsiniz. Kimi insan için yazmak çok zor, kimi insan için de yayımlamak. Kimisine at, kimisine de meydan hesabı. İki yakayı bir araya getirmek pek mümkün olmuyher zaman ve herkes için.

Yazılan bir kitabın kaderine terk edildiği bir zamanda yaşıyoruz. Kültür ve Turizm bakanlığı tarafından yazım ve yayım dünyasına nefes aldıracak kolaylaştırıcı projeler hayata sokulmalı diye düşünüyorum. Çünkü okumayan bir toplumuz. Okumayınca kitaba olan talep de haliyle azalıyor. Okumaya olan talep basım işlerini de aksatıyor, zora sokuyor.

TURAN YALÇIN-Yazmak isteyen öğrencilerinize ne tavsiye ediyorsunuz?

NİHAT GÜÇ -Yazmayı düşünenler hiç çekinmeden bir an önce yazmaya başlasınlar derim. Önemli olan ilk cümleyi dize bilmektir. Evet! Bu işin en zkısmı başlamaktır. Başlamak ne kadar zise başladıktan sonra bırakmak da bence o kadar zordur. Tiryakilik gibi bir şeydir bu. Bağımlılık yapıyanlayacağınız. Ama unutulmamalıdır ki yazmak okuyanların işidir.

TURAN YALÇINOkumayı seven az ama yazmayı seven çok olan toplumumuz için ne diyeceksiniz?

NİHAT GÜÇ- Doğru. Dediğinize katılıyorum. Toplum olarak okumayı sevdiğimizi iddia edemem. Ancak buradan hiç okumuyoruz manasını da çıkaramam. Okuma konunda hiç ümitsiz değilim. Okuyan gençler benim neşe kaynağımdır. Az da olsa okuyoruz. Ancak dikkat etmemiz gereken bir şey daha var. Bu az olan okumalarımızın doğru olduğunu da söyleyemem. Allah bizden doğru ve yerinde okumalar istiyor. Bizi yaratan Allah'a götüren okumalar gerekiybize, size, hepimize. Ancak bizler bizi Allah'tan götüren okumaların peşinde seğirtip duruyoruz.

TURAN YALÇIN- -Okumayı sevdirmek için öğrencilerinize neler yapıyorsunuz?

NİHAT GÜÇ- Neler yapıyorum sorusu önemli. Okumanın az olduğu toplumumuzda hepimizin gücü nispetinde bir şeyler yapması lazım diye düşünüyorum. Bizler elimizden gelenden, elimizden geldiği kadar sorumluyuz. Şahsen okulda bulunduğum zaman zarfında yürüyen bir kütüphane gibi davranıyorum. Herkese de tavsiye ediyorum. Koltuğumun altında her zaman üç beş kitap ile dolaşırım okulda. Kitap isteyen olduğu anda hemen bir tanesini tutuşturuveririm eline. Hikaye, roman, edebiyat kitaplarıdır verdiklerim. Kitabın içeriği konusunda hassas davranırım. En hassas olduğum konu bu. Tavsiye ettiğim kitaplar beni anlatan kitaplardır. Bu toprağın hikayesini, bu toprağın romanını, bu kültürün fikirlerini okuturum insanlarımıza. Bırakın yabancı adamların yabancı yazılarını. Bizi bizden uzaklaştıran, bizi bize düşman kılan okumalardan şahsen köşe bucak kaçarım. Tavsiye de etmem. Bırakın yabancı kitapları yabancı kişiler okusun/okutsun derim.

TURAN YALÇINYazmak size manevi ne tatlar veriyor?

NİHAT GÜÇ- Vermez mi? Her insanın kendisine has bir damak tadı vardır. Ancak her insanda bulunması gerekentak tad maneviyattır. Maneviyat, dinimizin dinamikleridir, toplumumuzuntak harcıdır. Bizi ayakta tutan da bu değil midir?

İnsanoğlu maneviyatını okumakla elde ettiği gibi sanırım son dönemlerde yanlış okumalarla da kaybediybunu. Aynı durum yazma konusunda da geçerli tabi. Maneviyatımızı yani dinimize ait olanları yazmak bizim birinci görevimizdir. Yazarken neşe alırım, zevk alırım. Hele bir yazının son noktasını koyduktan sonra başa dönüp okuduğumda dini bir lezzet, farklı bir haz, manevi bir duygu hissetmezsem hiç acımadan yırtar atarım yazdıklarımı. Gözünün yaşına bakmam asla.

Başka birçok platformda dile getirdiğim gibi biz kendimizi yazmadığımız vakit, başkalarının yazdıklarına muhtaç hale geliriz ki bir toplumun yok olması işte bu gibi zamanlarda gerçekleşir. Başkası sizin yerinize yazmaya başlamışsa siz yok olmuşsunuz, siz kaybolmuşsunuz, siz bir hiçsiniz demektir.

Maneviyatımızın güçlenmesi ve kendimize yeniden dönüş yapmamızın birinci öncülü doğruyu yazmaktır. Doğruyu yazmak da yetmiyor. Doğruyu doğru yazmak da doğruyu yazmak kadar önemlidir. Her zaman ahirette hesaba tabi olacak, Allah'ın huzurunda başımı ağrıtacak, nefes almamın önüne geçecek yazılardan kendimi korumaya çalıştığım doğrudur. Bu da bana haz, lezzet ve zevk veriyor. Bu hazzın ve bu lezzetin tarifi imkansız. Yaşayan bilir ancak.

TURAN YALÇINBaşka ne anlatacaksınız yazmak ve okumak üzerine?

NİHAT GÜÇ- Yazmak taşmak demektir. Okumuyorsanız yazamazsınız, yani taşamazsınız. O halde taşacak zamanı bekleyin. Ancak pes etmek, vazgeçmek yok. Birkaç denemeden sonra yapamıyorum duygusuna kapılabilirsiniz. Ancak bunun üstesinden gelmeniz lazım.

Unutmayınız ki dünyanın en başarılı eserleri kendiliğinden ve bir seferdentaya çıkmış değillerdir. Önemli olan yazma konusunda gösterdiğiniz kararlılıktır. Yazma konusunda istikrarlıysanız elbette günün birinde başaracaksınız. Yazdığınız yazıları beğenmediyseniz taşmanıza daha zaman var demektir. Çayın demlenmesi gibi bir süre daha beklemenizde fayda vardır. Ancak ilk denemede meydanı terk etmeyin. Taşması için su testisinin dolması gerektiğini asla unutmayınız. Testi dolmadan su taşmaz. O halde okumaya yeniden başlayın derim.