Sevgili dostum,

Önce Yunus Emre’nin şiirini beraber okuyalım.

“Sular hep aktı geçti

Kurudu vakti geçti

Nice han, nice sultan

Tahtı bıraktı geçti

Dünya bir penceredir

Her gelen baktı geçti.”

Yunus Emre (k.s)

İnsanlar hayata hep bu kendi penceresinden bakıyorlar. Burada bakmak her ne kadar göz ile ifade etmiş olunsa da aslında bakmak kalp ve beyin ile olur. Göz ise sadece araçtır. Bazen gözleri görmeyen insanların görenlerden daha iyi hissettiğine ve anladığın şahit olmamız bundandır. Gene aynı şekilde duymayan ama çok duyandan daha iyi anlayan insanlar olduğu gibi.

Sevgili dostum,

Son zamanlarda yaşadıklarıma baktığım zaman gözleri gören ama  beyin ile göremeyen, kulakları sesi duyan ama anlamı  duyamayan,  anlayamayan  insanların  çoğaldığının farkına mı varıyorum, varlardı da ben mi daha yeni anlıyorum bilemedim. Sen bilebiliyor musun? Bunu da pek zannetmiyorum tabii ki.

Sevgili dostum,

Penceremize kalın tül veya kumaş perdeler takmışsak, bunları sıkıca kapatmışsak ya da sadece perdeyi açık bırakarak tülü bırakmışsak o tül perdenin arkasından baktığımız zaman net göremeyeceğiz dışarıyı. Ya da penceremizde lekeler varsa gene tam göremeyeceğiz dışarıyı. O lekeler hatalarımız. O hatalarımızı ne kadar gidermeye bakarsak dışarı bize o kadar net görünecek. Çok insan pencerelerini temislemeye üşeniyor işte. Tembelliğin bir neticesi. Manevi tembellik bunun adı. Bunu temizlemenin en güzel yolu “oku” emrini sıkıca kavrayarak faydalı ve bizim yararımıza olacak şeyleri okumakla olur.

Sevgili dostum,

Bunun için de önce kendimize soracağımız sorular net olmalı ve çevremiz ile diyaloğumuzda da sorular insanların özel hayatını sorgulayan değil, onların fikirlerini anlamaya çalışan sorular olmalıdır. Çevremize baktığımız zaman toplumun büyük kesiminin “kendine soru sorma engelli” veya “ soru sorma engelli” olduğunu görüyoruz. Ya da verecek cevapları olmayanlar parmaklarını dudaklarına götürerek “sus” işareti yaparak muhataplarını susturmanın erdem olduğunu sanıyorlar. Başkalarını susturmak o insana olana saygısızlığımızı gösterir çünkü. Başkasına saygılı olamazsak başkasından da saygı bekleyemeyiz.

Sevgili dostum,

İşte bunları düşünürken “Yaşantımızı şekillendiren sadece sorduğumuz sorular değil, sormayı başaramadığımız sorulardır”. (Anthony Robbins) sözüne rastladım sosyal medyada. Ve üzerine düşündüm.

Sevgili dostum,

Dinlediğimiz bir konferans veya sohbetten sonra soracağımız sorular, orada bulunanların bizim kişiliğimiz hakkında fikir saibi olmasını sağlar. Ama çok insan “soracağım soru saçma mı olacak? Bana gülerler mi? Ayıplarlar mı? “düşüncesi ile soru sormaktan çekiniyorlar. Halbuki soracağımız soru basit bile olsa bizlere özgüven kazandıracaktır. Ben bu özgüvene faydam olsun diye konuşmalarımda soru soranlara defter ve kalemler veya en güzel soru sorana kitap hediye ederim. Bu küçük ödül onlara özgüven sağlasın. Okursalar kitap özgüvenlerini artırsın. Ama bunda başarılı olduğumu da söyleyemem. Çünkü orada özgüvenle soru soranlar daha sonra bizi arayıp sormazlar bile. Belki de başlayacak ve bir ömür boyu sürecek dostluklar başlamadan biter özgüvensizlikler yüzünden. O yüzden soru sorduğumuz insanlar ile iletişimimizi devam ettirmeye bakmak bize artı değerler katar.

Sevgili dostum,

Kendimize soracağımız soruların kalitesi ve gene kendimizin vereceği cevaplar belki de hayatımıza yeni ve temiz bir pencere açmamızı sağlayacaktır. Temiz ve berrak gözüken bir pencereden öğrenmek amacı ile dünyaya bakmak bizlerin özgüvenle hayatımız olumlu yönde değişmesine bile sebep olur. Yeter ki yerinde ve zamanında sorular sormayı ve bu sorulara da gene mantıklı cevaplar vermeyi bilelim.

Sevgili dostum,

Güzel sorular soranı, öğrenmek amacı ile insanın özel hayatını karıştırmayan soruları soranı severim. Soru sormak özgüven istediğinden dolayı da güzel soru soranları herkesin gücü oranında ödüllendirmesi gerektiğine inanıyorum.  Bu soruyu soran bir aile yakınımız veya öğrencimiz, konferansımızı dinleyen bir dinleyicimiz, kitabımızı okuyan bir okurumuz da olabilir. Ama en önemlisi de en yakınımız çocukları ve gençleri ödüllendirmek lazım. Çocukken ve genç iken hediye verdiklerimiz bizi unutmayacak hem yaşlanınca hem öldükten sonra hayırla anacaklardır. Biz bize küçükken kalemler, defterler ve kitaplar hediye eden, alan anne ve babamızı akrabalarımızı unutabiliyor muyuz?

Sevgili dostum,

Pencere diye geçmemek lazım sorularda pencere açar hayatımızın geri kalan tarafına. Bu yüzden yaşımız ne olursa olsun, konuşmalarımıza davranışlarımıza, karşımızdaki insanları incitmeyecek şekilde dikkat ederek “az ama faydalı konuşmak” ve  “mantıklı,  özel hayatları sorgulayan değil öğrenmek amacı ile sorular sormak” davranışımıza dikkat etmemiz hem çevremiz tarafından doğru anlaşılmamızı hem de itibarımızın artmasını sağlar.

Bunları aslında sende biliyorsun da, bir kere daha yakın dostun, arkadaşın ve öğretmenin olarak sana anlatayım dedim. Sıkılmadan yapılan ve sıkmayan tekrarlar, konuları daha iyi öğrenmemizi ve hayatı daha iyi anlamamızı sağlar. Bu yüzden yazarak tarihe not düşmek bu kadar önemli ve faydalı buluyorum.