Beş altı kişi oturuyoruz.
Günlük olaylar konu ediliyor. Şikâyetler ağırlıkta.
-Yazarlar, neden Yazmıyor?
Yanımda oturan usulca.
-Sen yazsana Tokat gazetesine gönder.
-Sen yaz
-Ben yazamam ki.
-Neden yazamıyorsun, öğretmen değil misin?
-Öğretmenim ama…
-Farkımız yok ki, senin ile benim konumlarımız arasında. Ara sıra yazıyorum ama gazete ile hiç bağım yok. Ben zevk için yazarım. Ne gazetenin benden, ne de benim gazeteden hiç bir beklentimiz yoktur. Aylarca yazmasam, “Niye yazmıyorsun?” diyen olmadığı gibi, her gün yazsam “Yeter artık!” da demezler. Ben, fikri hür, vicdanı hür bir bireyim…
Bu yaştan sonra kurum ya da insanlarla kavga edecek halim yok. Zülfü yâre dokunanları görüyoruz. İnsanlarla didişince kârım ne olacak? Kimi terbiye edecek, kime yol göstereceğim? Sonra ben ne biliyorum ki başkalarına ne anlatayım?
Burada atıp tutmaya benzemez. Söz unutulur ama yazı belgedir. Gazeteye girince “Öyle demek istemedim. Maksadını aşmış.”gibi savunmalara kimse inanmaz.
_…