1-Sabah sabah, yol ve yolculuğu sayıklarken kendi kendime. İki çeşmeyi anımsadım o günlerdeki gibi. Birini, Çekerek Sorgun yolunda ailece iki araçla peş peşe giderken rampaya sarmadan bir virajın dibinde gördük. Önünde küçük bir havuz ve dere kenarınca sıralanmış söğüt ve kavak ağaçları.

Burada kahvaltı yaptık. Yaptık ama nasıl bir çeşme arkadaş. Bu mevsime, bu güne kadar hiç mi insan ayağı basmamış buralara? Hiç mi hoyrat eli değmemiş, çeşmenin kurnasına. Buz gibi su berrak, oluktaki su duru, eğil saçlarını tara. O derece yani.

İçimiz çeke çeke, gönül rahatlığıyla kahvaltımızı yaptıktan sonra, “Nasıl bulduysan öyle bırak” kuralı gereği, çöpümüzü en ufak bir parça bırakmadan poşetleyip aracımıza yerleştirdik. Bir çöp konteynırına rastlayıncaya kadar.

Temiz kalma yönünden ülkemizde benzeri az görülen çeşmeden ayrılırken, emeği geçenlere ve de böyle kusursuz kullananlara gıyaplarında sonsuz dualarla uzaklaştık.

2- Yedi sekiz yaşlarındaki oğlum Eren ile Çorum’dan Tokat’a dönüyoruz. Meçhul asker anıtını geçip rampadan inerken sağda bir çeşme vardır. Şurada durup birer su içelim ve dinlenelim dedik.

Biz inince yurt dışından geldikleri belli olan bir minibüs dolusu insanın yemekten sonra toplanıp kalkmalarını izledik bir süre.

Çöplerini toplayıp doldurdukları kovayı minibüse yerleştirdiler. Sonra kovalarla taşıdıkları su ile beton masayı bir güzel yıkayıp Samsun yönüne doğru gitmek üzere, güle oynaya minibüslerine bindiler.

Yolcuları hayranlık ve beğeniyle izleyen Eren, “Baba” dedi, “Yolculuklarımızda nerede yemek yersek yiyelim. Biz de bunlar gibi yapalım. Geride çöp bırakmayalım.”

Bu eğitim yeter çocuğa, ilerideki günlerde inşallah sözünü unutmamıştır…