Sevgili dostum,

Eski Türk filmlerinde sık rastladığımız bir şeydi. Mahallenin saf delikanlısı, bir kıza aşık olur. Kızın gözleri görmüyordur. Delikanlı neyi var neyi yoksa satar ve kızın gözlerinin açılması için harcar. Mahallesi kampanyalar yapar.  Kızın gözleri açılınca kız bakar ki hayal ettiği sevdiği adam hayal ettiği gibi değil. Sesine aşık olduğu adam ile karşısındaki adam bir değil. Genç hayal kırıklığına uğrar.

Sevgili dostum,

Bunlar geçen günlerde “Gönül Dağı” dizisinde de önümüze çıktı. O kadar Türk filminde buna rastlamıştık ki senaryo tahmin ettiğimiz gibi çıktı aynen. Bu olayı görünce aklıma benim yaşadıklarım geldi.

Sevgili dostum,

İnsanlara yardım edersin, bilinçlerinin yani gözlerinin açılmasını sağlarsın. Kendi deyimleri ile “ufkunun açılmasını” sağlarsın. Bu insanların ilk yapacağı şey ya seni silip küserek giderler ya suçlarlar. Verdiğin onca emeğe mi yanarsın, yoksa suçlandığına mı, alay edildiğinle mi kalırsın. Hangisine yanacağını şaşarsın. Ama hayatımız böyle sürüp gider. Çok insan sana güler “karşılığı olmayan şeyle uğraşırsan başına bu gelir” der ama hayatta karşılıksız çalışmayan insan mı var. Aşkına karşılık alamayan mı yok, yoksa verdiği emeklerin karşılığını tam almayan emekçi sınıfı mı dersin oyuncu mu?

Sevgili dostum,

Film konuları hayattan alınır. Her birimizin hayatı bir film ve roman konusu aslında. Hepimizin bir hikayesi var. Birbirimizden bu kadar beslenen insanlarız. O yüzden filmler bizim hayatımızda seyredeceğimiz öğrenemeyeceğimiz ama eğleneceğimiz şeyler. Eğer film ve dizilerden verilmek istenen dersleri anlasak ve dizilerden alınacak dersleri öğrenebilseydik toplumca daha az sıkıntı çekerdik her halde.

Sevgili dostum,

Üniversiteyi çok gencimiz eğitim öğretim yeri değil de arkadaşları ile eğleneceği yer gibi algıladığından kütüphanelerden çok cafeler dolu hayatımızda. Okulunu ciddiye alan ve gerçek manada öğrenen ve sınavları ciddiye alarak çalışanlar artık Anadolu’nun en ücra köşesindeki okullardan mezun olsalar da  mesela kaymakam  müfettiş, güzel  iş yapan mühendis olabiliyorlar. Demem o ki öğrenmesini ve hayatta kendini eğitmesini bilene yeni ufuklar açılıyor. Ama gençler kendilerine tecrübe ve bilgisini paylaşacak “gözünü açacak” insanlara bir kulp takarak mesafe koyarken,  nerede ise “gözünü kapatacak”  kendilerini çalıştıran ve hakkını vermeyen azarlayarak tersleyerek çalıştıranlara onlara yardım eden insan olarak görüyorlar. Demek ki  “uyur gezer” olmak ile hakikaten “bilinçlenerek görmek” insanın hayatta başarılı olması için çok fark ediyor.

Sevgili dostum,

Dizi ve filimlerde gene görüyoruz ki, insan kendini gerçekten seven ile sadece geçici hevesle seveni yaşamadan ayırt edemiyor çok zaman. Severek evlenen ama kavga ederek ayrılan, birbirini öldürerek ayrılanlar pişmanlıklarını “ gerçekleri göremeyecek kadar körmüşüm meğer “ diye tarif etmiyorlar mı? Ya gerçekleri duymak istemeyen sadece nefsinin güzel sözlerini duymak isteyen insanların haline ne demeli onlar beyninin sağırlığını da kabul etmezler. Kulaklar kadar beyinlerde kör ve sağır olabiliyor işte. Yani hayattan ne kadar ders alırsak hayatta bize o kadar imkan sunuyor.

Sevgili dostum,

Filimlere  eğlenme değil de  bir öğrenme imkanı olarak bakarsak ve anlarsak bizlere çok ders veriyor. Ben filimleri ve kitapları bir öğrenme aracı olarak görerek takip ederim.” Dervişin zikri neyse fikri odur “derler ya, ben derim ki “ dervişin fikri neyse zikri de odur”  Yani insanın kültür neyse konuşmalarına o yansır. Basit ve seviyesiz konuşmalardan zevk alıyorsa kendisi de basit ve seviyesizdir. Çok zaman insan bunun farkına da varamıyor. “Şaka yaptım anlamadın”  basit mazereti bunun ispatı değil mi?  

Sevgili dostum,

Kitapların ve filmlerin sanatın genel amacı insanları eğlendirirken düşündürerek öğretmek demek değil mi? “eğlendirirken eğitmek” amacı çok kişi tarafından “sadece eğlenmek” olarak algılandığından çok zaman insan okuduğundan ve seyrettiğinden fazla bir şey öğrenemez. “Ameller niyetlere göredir” derler. Buna inanarak  “öğrenirken de eğlenme” olarak bakarsak hem öğrenir hem de eğleniriz. Bu amaçla okuduklarımıza ve seyrettiklerimize bakarsak hayata bakışımızda değişebilir.

Sevgili dostum,

Filimlere  sadece  bakmak için değil, görmek, mesajları  anlamak ve hayata  öğrenmek amacı ile bakarsak  görmediklerimiz ile gördükten sonraki fark bizi hayal kırıklığına  uğratmaz. Filimlerdeki gibi. İnsanları gözümüz açılınca fizikine bakarak değil sevgisine ve özüne bakarak sevmeye devam ederiz. Gözlerimiz açılınca bizi gerçekten seven ve maddi ve manevi tüm servetini “gözlerimiz açılsın” diye harcayan adam ne sevgisiz bakarız ne de küserek uzaklaşırız. Tersine daha çok sevip daha çok sarılarak daha çok bağlanırız. Yoksa bir gün hayatta bize küserek gider ve tepeden bakar.

Sevgili dostum,

Toplumu iyi anlayan ve analiz eden kitaplar ve filimlere de toplum kendinden bir şeyler görerek sahipleniyor ve filmlerde uzun ömürlü oluyor. Kitaplar ilk çıktığı zaman okunmasa da zamanla onlarda değer kazanıyor. Yeter ki senaryolar gerçeğe yakın, oyuncular rolünü içten oynasın. O filim tutuyor. Velev ki filmin bazı kahramanları nankör olsun, samimi kahramanlar ile de o filime sahip çıkar toplum. Kendinden gördüğünü severek bağrına basar.

Sevgili dostum,

Sen de filimleri izleyince “öğrenme amacı” ile izliyorsun. Seninle az filim izleyerek değerlendirmesini yapmadık. Filim izlerken hissederek izleyip kendimizle özdeşleştirdiğimiz ve “şu kahraman şuna şöyle davranacak, bu buna böyle davranacak” diye tahmin yürüttüğümüzde ve tahminimiz tuttuğunda  “ “ya bir senaryo da biz yazsak acaip tutar filmi” diye şakalaştığımız zamanlar aklıma gelince gülümsüyorum bu mektubu yazarken. Hayatı bizde bu kadar öğrenerek okuyoruz çünkü.

Sevgili dostum,

Hayat bir filim gibi akmaya devam ediyor. Kiminin gözleri açılınca nankörleşiyor. Kimi de manevi kör olan gözleri açılınca sevgisine sahip çıkarak gözyaşı döküyor.  Kısaca dizi ve filimler bizlere ders vere vere ilerliyor. Anlayana var ya dersler var filimlerde hayatta ve kitaplarda. Varsın kitap yazanla ve okuyanla, filim seyredenle alay edenler olsun. Biz öğrenelim. Başkaları eğlensin.