Tokat, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası bilfiil işgal edilmedi ama oluşan ortamlar neticesi iç isyanlar, Rum ve Ermeni zulümleriyle karşı karşıya kaldı.

19 Mayıs 1919 ‘da Mustafa Kemal tarafından Samsun’dan başlatılan İstiklal Mücadelesinin iç ve dış düşmanların desteğiyle önü kesilmeye çalışıldı. 23 Nisan 1920 ‘de kurulan T.B.M.M. bir yandan milli hükümet çalışmalarını yürütürken diğer yandan da Kuvayı milliye ruhuyla savaş hazırlıklarıyla beraber Rum-Ermeni çeteleriyle ve değişik bölgelerde çıkan isyanlarla mücadele etti.
1890’lı yıllardan itibaren Amerika, Fransa, İngiltere, Rusya –sonrasında Yunanlıların-vb. devletlerin özellikle Anadolu’da açtıkları kolejlerde ve mevcut kiliselerde örgütlemesiyle Rum Pontus Devleti kurma hayalindeki Rumlar Karadeniz kıyıları ile birlikte Tokat, Erbaa, Niksar ve Reşadiye yöresinde dış ülkelerin desteğiyle zararlı faaliyetlerini artırdılar. Devlete zararı olanların bir kısmı çıkarılan kanunlarla ülkenin başka yerlerine gönderilirken silahlarını teslim etmeyenler dağlara çıktılar ya da açıktan açığa dağlara çıkmış olan çetelere yardım ettiler.


Rum çeteleri tarafından Karadeniz bölgesinde ilk saldırılar Kasım 1918’de Bafra, Samsun, Terme, Vezirköprü, Merzifon, Kavak, Lâdik, Havza, Tokat ve Erbaa’ya yapıldı. Özellikle İngilizlerin Samsun’a asker çıkarmasından sonra arkalarına güçlü bir devletin desteğini alan Pontuscu Rumlar faaliyetlerini artırdılar. Samsun Metropoliti Germanos başkanlığında örgüt kurularak Tokat, Niksar, Erbaa Rum çete başları Samsun Piskoposluğunda bir araya getirildiler. 
Arşiv belgelerine göre çeşitli tarihlerde bu bölgede yurt dışı destekli Samsun, İstanbul, Rum muhacirleri Merkez Heyetinden Tokat Hamhanesine para gönderildi. Bunun önemli bir kısmını Rum göçmenlere yardım maskesi altında Erbaa aldı. Tokat’ a gönderilen Pontus gazeteleri, kitaplar evlere kadar dağıtıldı.
1.Dünya Savaşının ilk yıllarında hükümetin zayıflığından yararlanarak asker kaçağı olarak çapulculuktan işe başlayan Rumlar daha sonra işi soygunculuğa döktüler. Yollarını kestikleri bazı insanları katlettiler. Pontus ruhuyla yıkanmış beyinlerini köyleri basıp, kadın çocuk demeden vahşice yok ederek, işkence yaparak, tecavüz ederek tatmine çalıştılar. Tokat’ın bu acıklı hallerinden en çok sızlanan bölgesi Erbaa, Niksar, Reşadiye ilçeleriyle Tokat’ın Yaylacık kısmıdır.
Bu bölgede uzayan dağ gruplarının Samsun ve Bafra yönlerine kadar dalgalı bir şekilde devamı, ormanların çokluğu Tokat Rumlarının diğer çevre il Rumlarıyla birleşip çeteler oluşmasına zemin hazırlamıştır. Öyle ki, bölgenin en mağdur olan yeri Erbaa’ya maalesef dürüst, cesaretli bir adam gönderemeyen İstanbul Hükümeti Ermeni bir kaymakamı (Karabat Makaryan) görevlendirmiştir.


Bölge Rumları hükümetin aczini anlayınca zulümlerini artırdılar. Tokat, Erbaa, Niksar, Reşadiye ve Dönekse mevkiinde yolları keserek yolcuları soydular. Bazılarını öldürdüler. Kazıklara vurulan, elleri kolları bağlanarak ırmaklara atılan, ana ve babalarının gözleri önünde namusu kirletilen Türklerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Onların bu tutumu ve hükümetin zayıflığı, halkı korkuya sevk etti. Pek çoğu evini ocağını terk ederek saklanmaya mecbur kaldı. Hükümete Rum eşkıyasını şikâyet etmek bile neredeyse yasaklandı. Şikâyetler dinlenmiyor, bunun aksine etkinliği görülen Rumlardan aksine zaman zaman yardımlar bile talep ediliyordu. 
19 Mayıs 1919’da memleketin en buhranlı günlerinde 9.Ordu Birlikleri Müfettişi olarak Samsun’a çıkan Tuğgeneral Mustafa Kemal Havza’dan Savaş İşleri Bakanlığı’na 5 Haziran 1919’da yazdığı yazıda bu yöredeki Rum çetelerinin tehlikesine değinmiştir:
“….
Anlaşılıyor ki, Rumlar oranlanmayacak ölçüde azınlıklarına karşın, Sivas ilinin Amasya ve Tokat Sancaklarında da Samsun Sancağındaki gibi çetecilik ve politik amaçlı örgütlerini koruyor ve yönetiyorlar. Bugün özellikle Samsun sınırında olması dolayısıyla Amasya Sancağı içinde yirmi bir Rum çetesi bulunmaktadır. Bunların başkanları ve bölgesel çalışmaları en yeni olayları tespit edilmiştir. 
Tokat Sancağında da ilgilenmeye değer olmak üzere ve gene Samsun Sancağı sınırlarında ve Amasya’nın Lâdik ilçesi doğusundaki Erbaa İlçesinde ve birazı da Niksar’da avenesi güçlü beş Rum çetesi vardır. Ama bu ilçenin çeteleri sessizlik içinde görülüyor. Örgüt ve donatımları oldukça iyidir. Sivas ilinde kimlikleri yeterince belirlenemeyen birkaç Ermeni çetesi varsa da etkili olanı görülmüyor.  İli kapsamında Hıristiyan topluluğunun mal ve can güvenliğini bozacak politikayı güden bir İslam örgütü yoktur. Çok az durumda eşkıyalık oluyor. Ama abartılacak düzeyde değildir.


…”
Mustafa Kemal Nutuk’ta bu konuya önemle değinir.
“…Harbi Umumi esnasında hariçten gönderilip dağıtılan silah, cephane, bomba ve makinalı tüfeklerle, Samsun, Çarşamba, Bafra ve Erbaa Rum köyleri adeta bir silah deposu halini almıştır.”
Büyük Millet Meclisi Hükümetinin kurulmasına kadar bu şekilde devam eden Rum meselesi, Milli Hükümet zamanında da bir yanda savaşın, Batı Cephesinde yoğunlaşması; diğer yanda da bölgede meydana gelen iç isyanlar yüzünden çözülemeyerek devam etti. Nihayet, bu ilçelerden biri olan Erbaa’ya Büyük Millet Meclisi tarafından Hasan Reşit Bey, Zeki Bey, Atıf Şükrü Bey, Sermet Yaşar Bey, gibi idari tecrübesi olan Türk kaymakamlar tayin edilmeye başlandı. Mülki amirlerle, askerler arasında oldukça kuvvetli bir uyum sağlanarak Rumların üzerine müfrezeler, alaylar gönderildi. Ancak mevsimin kışa rastlaması ve sık ormanlıklar yüzünden tam bir izleme yapılamadı.
7 Eylül 1920’de Erbaa bölgesinde Kara Nazım ve Çopur Yusuf’un çıkardığı isyan diğer yerlerde zuhur eden Zile, Artova ve Yenihan isyanları gibi uzun sürmeden fazla büyümeden milli kuvvetlerce bastırıldı. 29 Nisan 1920’de çıkarılan Hıyaneti Vataniye Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri vasıtasıyla da isyancılar cezalandırılarak Erbaa’da huzurun sağlanması yoluna gidildi.
Meclisteki 28 Eylül 1920’deki bir oturumda Samsun, Çarşamba, Erbaa ve Merzifon Rumlarının çoğunun silahlı olduğundan bahisle bu bölgedeki silahların ancak askeri bir hareketle toplanabileceği belirtildi.
TBMM Hükümeti Kasım ayında “Anadolu merkezindeki asayiş meselesini halle memur kuvvetlerin büyücek bir kumanda altında birleştirilmesi “ kararıyla 26 Kasım 1920’de Nurettin Paşa‘yı Merkez Ordusu Kumandanı tayin etti.
Merkez Ordusu: 5.Kafkas Tümeni Karargâhı Amasya olurken birlikler Amasya, Erbaa, Tokat, Zile, Turhal ve Merzifon bölgesinde konuşlandırılmıştır.
1921 Haziranında Merkez Ordusu yeni konuşlandırılmasında 16.Tümen Karargâhı Amasya olurken birlikler Tokat, Çorum, Sivas, Bünyan, Erbaa ve Lâdik’te,
23.Süvari Alayı Karargâhı Sivas, birlikler Sivas ve Erbaa’da konuşlandırıldı.
53.Süvari Alayı tenkil harekâtını 534 mevcuduyla Erbaa, Niksar ve Koyulhisar tarafında, Süvari Livası da 600 mevcuduyla Lâdik, Erbaa ve Samsun civarında yürüttü.


Özetle, o yıllarda Pontus’u kontrol altına alma harekâtı, önceleri küçük müfrezelerle yapılmışsa da, özellikle Amasya’daki merkez ordusunun bölgedeki birliklerinin kuvvetlendirilmesiyle yavaş yavaş başarıyla sonuçlanmaya başladı. Onuncu fırka, 47. Ve 48. Alaylar, 26. Ve 53. Süvari alayları ve diğer alaylardan kaydırılan müfrezeler jandarma taburları Kuvayı Milliye ve diğer kolluk kuvvetleri diğer Rum çetelerine ve onlara yataklık edenlere büyük darbeler indirdi.
Ekim 1921 sonunda tüm cephelerde sükûnet hâkim olmuş, tenkil harekâtı sonrası 3677 çeteci öldürülmüş,117 çete kampı yakılmıştır.
Yapılan tespitlere göre Rum çeteleri bu bölgede 1921 yılı sonuna kadar 279’ u Erbaa ‘da olmak üzere 1641 Türk’ü katletmiş, 323’ ünü yaralamış, 3723 evi yakmışlar, yolcuları soymuşlar, ana ve babalarının gözleri önünde azımsanmayacak sayıda kız ve gelinlerin namusu kirletmişlerdir.
Ancak, yukarıda belirtildiği üzere Amasya’daki merkez ordusunun kuvvetlendirilerek bir bölümünün Erbaa ve çevresine kaydırılmasıyla gerekli tedbirler alınmışsa da zaman zaman bölgeyi iyi tanıyan gönüllü milislere büyük ihtiyaç duyulmuştur. 
Bütün bu askeri mücadele içinde ayrıca bölgede huzuru sağlamak, Rumların etkinliğini azaltmak amacıyla Hristiyanların yerleşim yerlerinin değiştirilmesi yönünde önemli çalışmalar da yapılmıştır. Bunlardan biri de 12.01.1921 tarih ve 2082 numaralı Merkez Ordusu Kumandanı Nureddin imzasıyla “Tokat, Amasya ve Şarkikarahisar’a Ordu ve Samsun Sancaklarından Hıristiyanların yerleştirilmeleri için ilgili mutasarrıflıklara gönderilen emirdir. 
Dâhiliye Vekili Fethi Bey (Okyar 1880-1943) 12 Şubat 1922’de Erbaa dâhil çetelerin teslim olması konusunda      ”Dağlardaki Rum Asilerine “ başlığıyla bir beyanname yayınladı. (14 Şubat’ta Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde de aynı bildiri yayınladı)
(Pontus meselesi 6 Şubat 1923 tarih itibarıyla nihayetlenmiş bundan sonra Anadolu’da bulunan Rumlar yurt dışına çıkarılması meselesi gündeme gelmiştir.  30 Ocak 1923’te Türk –Yunan hükümetleri arasında Lozan’da Nüfus Mübadele Antlaşması imzalanmıştır.-Sözleşme sonrası 1923-1926 yılları arasında 189.916 Rum Yunanistan’a gönderilmiştir.


İşte o zor, mücadele içinde geçen yıllara ait bazı bilgi ve belgeler:
Rumlarla, Ermenilerle ve isyanlarla mücadele döneminde görev yapan Büyük Millet Meclisi’nin Atadığı Tokat Mutasarrıfı Mustafa Reşit Mimaroğlu (1891-1980) anlatımı:
“Tokat ili çok karışıktı. Bir taraftan hükümet merkezine ve cepheye levazım ve saire nakliyat yolu Anadolu yarımadasının kuzeyinde doğudan batıya doğru Tokat ve havalisinden geçiyordu.
Diğer taraftan memlekette, hemen her tarafta olduğu gibi eşkıyalık henüz bastırılamamıştı. Aynı zamanda bu ilde bir de Pontus Rum eşkıyası Erbaa ile Tokat arasında bulunan sahadaki Büyükçukur, Dazlıdere ve Ovacık gibi sık ormanlık yerlerde toplanıyordu. Kâh huruçlar yaparak bazı köylerden kendilerine yiyecek, içecek ve hatta cephane bulabilmeleri ve Müslümanlara kadın ve çocuk demeksizin tecavüz ederek ellerine geçenleri katletmeleri ve bazı köyleri yakmaları ve kâh bazı köylerin de bu kötü yardım işini istekleriyle yapmaları ve dayanması, artan eşkıyanın fazla şımarması yüzünden Tokat merkez, Erbaa ve Niksar ilçelerinde sükûn ve huzur kalmamış gibiydi.
Liva dâhilinde milli kuvvetler zararsızdı ve hükümete yardımcı idi. Başkaca bir tabur piyade ve iki süvari alayı da vardı. Tokat’ta bir de mıntıka komutanlığı bulunuyordu. Bu askerler Samsun’daki fırkaya bağlı addolunuyor, oradaki komutan uzaktan emirleriyle veyahut gönderdiği vekil ile askeri hareketler icrasını sağlamak istiyor, bu sefer de mıntıka komutanı işi ağır alıyordu.
Bu durumu takip, huzuru temin için idari bilgisi ile beraber askerlikte süvari teğmenliği etmiş ilçe bayım vardı: Hasan Reşit (TANKUT). Niksar ve Erbaa havalisinde onunla mükerreren dolaştım.  Bu olağanüstü durum için bütün gayret ve himmet bana, Erbaa ilçe bayına ve Kuvayı Milliye efradına kalıyordu. 
1922 Nisan’ında eşkıya için “Takibatın Tecili Kanunu” neşredildi. Bu kanun hükmünce Müslüman eşkıyanın kalburüstüne gelenleri istiyman ettirildi. Bir kısmı memleket için savaştı. 


Rum Pontus eşkıyası da hayli sıkıştırılarak sarp yerlerdeki kendi yardımcıları olan ve elleri ikinci derecede silah tutan veya hiç tutmayan kimseleri teslim olmaya sevk ediyorlardı. Hükümet tarafında da vakit belli başlı şahsiyetler tepelenmeye başlanmıştı. Nihayet yine Hasan Reşit Tankut’un üstün gayretleri Yorgi ve Koca Anastas gibi büyük atlıları da tepelenmiş ve naaşları teşhir edilmiş ve nihai zafer sırasında bunlardan pek az kimse kalmış olup bunlar için sığınacak köyler dahi yerlerinden kaldırılmış olduğundan kalanlar da pek uzaklara dağılmışlardır veya açlıktan ölmüşlerdir.”
Hükümet zayıfladığında türeyen Türk çeteleri de Rumların bu alçakça vahşetleri karşısında kayıtsız kalmayarak askeri birliklerle birleşerek Rum eşkıyaların takibine katıldılar. Milis kuvveti diyebileceğimiz bu grupların Rumların bertaraf olmasında çok üstün yararlıkları olmuştur. Keza Erbaa’daki Rum çetelerinin en azılı liderlerinden Koca Anastas’ı, diğer çeteleri bertaraf edenler bu milislerdir.
Bu milislerden biri de 1921 yılında Niksar’dan Erbaa’ya gelerek Rum mücadelelerine katılan 1886 doğumlu Salih oğlu, Nalbantoğlu Mustafa’dır. Askeri birliklerle beraber Rum çetelerinin takibinde büyük rol oynamış, arkadaşlarıyla birlikte korumakla görevlendirildiği Yolaçan Köyünü basmak isteyen Rumlarla kahramanca çarpışırken ağır yaralanarak 25 Ocak 1922’de Erbaa’da şehit düşmüştür. Cenazesi Niksar’a getirilerek Şakşak Mezarlığı’na defnedilmiştir.

Mevcut resmi kayıtlara göre Nalbantoğlu Mustafa Ailesi:
Nalbantoğlu Mustafa 1886 Niksar doğumludur. Cedit Mahallesi nüfusuna kayıtlı olup, baba adı Salih, annesi Pembe, eşi Zekiye Hanımdır.(Zekiye Hanım 1942 Niksar depreminde vefat etmiştir)
Kardeşleri:
Seyfettin Yolaçan ,1903 Niksar doğumlu, vefatı 1966.
Münire , Niksar ,1905 doğumlu, vefatı 1980 (Erbaa’ya Fevzi Anahtarcıoğlu’na gelin gitmiştir.)


Evlatları: 
Kızı, 1906 Niksar doğumlu Saime (Saniye ),vefatı 1977
Oğlu, 1908 Niksar doğumlu oğlu Mehmet Şükrü, vefatı 1944
Oğlu, 1910 Niksar doğumlu Ahmet,1921 vefat
Kızı, 1918 Niksar doğumlu Meliha, vefatı 1995
Kızı, 1922 Niksar doğumlu Şahine, vefatı 1925
Oğlu, 1922 Niksar doğumlu Mustafa, vefatı 1925
Şehadeti İle İlgili Resmi Kayıt:
Milli Savunma Bakanlığı Şehitlerimiz Ankara 1998 4.Cilt 16.Sahife, Sıra No: 661
Savaş: İstiklal, Cephe: Batı, Baba: Salih, Adı: Mustafa, Doğum: 1296, Yer: Niksar
Erbaa’nın Rum işgalinde 00 1922, Askerlik Şubesi: Niksar
TBMM’ nin 1922 yılında yayınladığı Pontus Raporunda:
“25 Ocak Heriz Dağı Rumları Yolaçan Köyünü basarak orada bulunan Niksar kasabasından Nalbantoğlu Mustafa’yı kurşunla öldürdükleri “ 
Kaydına uygundur
13 Şubat 1922
Erbaa Kazası Kaymakamı
İfadeleri geçmektedir.
Genel Kurmay Başkanlığı Şehit Araştırma ve Tespit Komisyonu Kayıtlarında
Kayıt No: 207583
Defter No: 7028-20
Adı: Mustafa
Baba Adı: Salih
İli/İlçesi: Tokat Niksar
Bucağı/Köyü: Cedit Mah.
Askerlik Şubesi: Niksar
Doğum Tarihi: 1296
Öldüğü Yer: Erbaa’nın Rum işgalinde
Ölüm Tarihi: 1338
Ölüm Sebebi: Şehit
Harp/Cephe: İstiklal Savaşı

Nalbantoğlu Mustafa’nın kız kardeşi Münire Hanım ile Evli eniştesi Niksar Tahsil Memurlarından Fevzi Anahtarcıoğlu’nun (1892-1977) Kendi El Yazısı ile Tuttuğu Defterden Nalbantoğlu Mustafa’nın Şehadeti İle İlgili Bölüm:
“Kayınbiraderim Mustafa Efendi gibi, hatırı sayılan silahşorlar Rumların ayaklanmalarını önlemek için mıntıka itibariyle teşkilat yapıyorlardı.  Ben o vakit Reşadiye’de bulunuyordum. On beş tüfekli arkadaş ile Ali ağabeyimin yanına Erbaa’ya gelerek misafir olmuşlardı.  Erbaa’dan Niksar’ a gelecekleri sırada Erbaa Kaymakamı Hasan Reşit Bey, bunların yanına gelerek “Erbaa köylerini Rum eşkıyaları yakıp yıkıyorlar. Eli silah tutanlar bunlarla çarpışıyor. Sizin de hizmetiniz lazımdır.” demiş.
Mustafa Efendi de; “Niksar aynı vaziyettedir. Niksar’ a gideceğiz.” deyince “hepsi Türk vatanıdır. Vatan aşkı her yerde gösterilir.” gibi uzun uzadıya ikna etmiş.
Mustafa Efendi de “Pekâlâ” diyerek, arkadaşları ile birlikte Erbaa’nın bazı köylerinde, Erbaalılarla birlikte Rum eşkıyaları ile harp etmişti. Neticede, Erbaa’nın Yolaçan köyünü yakıyor diye haber gelince, atlarına binerek bu köye gelmişler. Gece vakti Rumların bir kısmını ellerinde çıra ve gaz tenekeleri olduğu halde ön safta diğer silahlı olan Rumlar da arkada olmak üzere Yolaçan Köyü’ne hücum etmişler. Bu sırada Türk çeteleri ve Rum eşkıyası arasında Yolaçan Köyü’nde muharebe var kuvvetiyle devam etmeye başlanmış. Mustafa Efendi Türk çetelerinin bir kısmını kumanda ettiği bir sırada arkadaşlarına siperlerden kalkarak hücum emrini vermiş.  Sabah yakınına kadar muharebeden sonra birçok Rum Çetelerini imha ettikten sonra, Rumlar kaçmaya başlamışlar. Fakat yaralı olarak kaçamayan elinde tüfeği olduğu halde büyük bir taşın arkasında bulunan bir Rum tarafından atılan kurşun kalbine isabet etmiş. Ancak vurulduğunu arkadaşlarına duyurmayarak, derenin kenarında mevzi almış olan Rumlara da hücum emrini vermişse de yarasının soğuması üzerine kımıldamaya mecali kalmamış.
Bu vaziyetini yakınındaki arkadaşına haber vermiş. Vurulduğunu diğer arkadaşlarına bildirmemesini söylemiş. Sabah yeni ağarmaya başlayınca Rumlar kaçmışlar ve geri kalanları da imha edilerek Yolaçan Köyü de kurtarılmıştır.
Mustafa Efendi’nin vurulduğu Erbaa’ya bildirilmiş, Erbaa’dan Ali ağabeyim de birkaç atlı muhafızın da yaylı araba gönderilerek bizim eve getirilmiş. Kurşunun kalbine isabet etmiş olduğu için tedavisine bizzat kaymakam beyin de gayreti ile çok çalışılmışsa da bir hafta sonra bizim evde yani Erbaa’da vefat etmiştir.
Erbaa tarihinde görülmemiş bir cenaze merasimi yapılarak, bu cesur Türk şehidi, ebedi istirahatgâhına terk edilmiştir. Hizmet-i Vataniye terkibinden ailesine ve çocuklarına maaş da bağlanmıştır.”


Nalbantoğlu Mustafa’nın Kız kardeşi Münire (Anahtarcıoğlu’nun (1905-1977) Torunu Necati Oğlu 1962 Doğumlu Emekli Albay Metin Anahtarcıoğlu’na Anlattıkları:
Babaannem Münire Hanım Cedit Mahallesinden Keleş oğlu Namı diğer Yüzbaşıoğlu Salih Ağa’nın kızıdır. Babaannem şehit ağabeyi Mustafa Efendi ile ilgili pek konuşmazdı. Lise 2. Sınıfta idim. Büyük dayım Mustafa Efendinin şehadeti konusunu Münire Babaanneme sordum. Kendisinden dinlediklerimi aşağıda arz ediyorum.
“Baban Necati ‘ye yeni hamileydi. Kış ayı idi. Kumam (Dedem Fevzi Bey ilk hanımı Şeker Hanım’dan çocuğu olmadığından Münire Babaannem ile evlenmiş, ( yani iki eşli) birden odama gelerek “Ağabeyin Mustafa, Yolaçan Köyünde Rum eşkıyalar ile çarpışmada vurulmuş. Cenazesini buraya getiriyorlarmış “ deyince düşmüş bayılmışım. Çok iyi bir kadındı. Galiba kumalık damarı tuttu. Az daha babanı düşürüyordum. Hemen kapının önüne çıktık.
Büyük bir kalabalık ile bir kağnı arabası bize doğru geliyordu. Ağabeyim Salih Efendi çok uzun boylu olduğundan ayakları kağnının arkasından dışarı çıkmıştı. Kadınlar hep koştuk. Ağabeyim ağır yaralı idi. Sayıklıyordu. Eve taşıyarak hemen yere yatak serdik. Bizler hem ağlıyor hem de Yasin okuyorduk.
Kaymakam Bey bir doktorla geldi. Bizleri dışarı çıkardılar. Kurşun tam kalbinin altına gelmiş dediler. Bir hafta kadar yaşadı. Vefat ettiği gün öğleden sonra idi. Gözleri yarı açık “ Hava neden karardı “ dedi. “Bu etrafımda saçlarımı okşayan kızlar kim? “ dedi. Alnı ve yüzü terlemeye başladı. Kısa bir süre sonra vefat etti. Hepimiz hıçkırıklara boğulduk.
Ağabeyim Salih’in cenazesi bizim evde yıkanıp dini merasim yapıldıktan sonra defnedilmek için Niksar’ın Şakşak Mezarlığına götürülmek üzere yola çıkarıldı.”
Baktım babaannem ağlıyor, ben de ona sarıldım ve yanaklarından öperek ağlamaya başladım. Bütün şehitlerimizin ruhları şad mekânları cennet olsun.
Mustafa Yolaçan’ın Oğlu Mehmet Şükrü’nün Oğullarından 1954 doğumlu Emekli Polis Memuru Ahmet Toprak’ın Anlatımları:
“Rum eşkıyalar Niksar Keşfi Camii yakınlarındaki bir kahvehaneye gelerek silahlarını çattıktan sonra çay içerken çevrede bulunanlara gözdağı vererek laubali bir şekilde konuşmaya başlamışlar. Bu durum Niksar’ın meşhur silahşörlerinden biri olan dedemin çok zoruna gitmiş. Pusatını kuşanarak Cedit Mahallesindeki Mahir Dicle’nin evinin çatısına çıkıp mavzeriyle Rumlara ateş açmış. Neye uğradıklarını şaşıran Rum çeteleri tabanları yağlayarak arkalarına bile bakmadan geldikleri dağlara kaçmak zorunda kalmışlar. Zaten bu olaydan sonra da Keşfi Camii civarına gelmeye cesaret edememişler.
Tabi Rumlar da boş durmamışlar o mahallede yaşayan Ermenilerden ateş edenin kim olduğunu öğrenip Mustafa Efendi’yi ilgili makamlara şikâyet etmişler. O buhranlı günlerde Rumların sözüyle hapse atılmayı gururuna yediremeyerek bazı çeteler gibi o da dağa çıkmış. Hükümetin nasihatlarına uyarak arkadaşlarıyla birlikte Kuvayı Milliye’ye katılarak Niksar’ın ve Erbaa’nın Rum tecavüzlerinden korunmasında üstün yararlıklar göstermiş.
Erbaa’nın Yolaçan Köyü’nün Rumlar tarafından yakılacağı haberi üzerine 15 kişiden oluşan arkadaşı ile beraber oraya gitmişler. Vuku bulan çatışma sırasında geceleyin kalbine yakın bir yere isabet eden kurşunla yaralanmış. Sabah Erbaa’ya getirilmiş ama kurşun yarası ağır olduğundan bir hafta sonra kız kardeşinin evinde 25 Ocak 1922’de şehit olmuş. Cenazesi kağnı ile Niksar’a getirilerek askerlerin ve Niksar halkının büyük bir katılımıyla Şakşak Mezarlığına defnedilmiş.
1934’de Soyadı Kanunu çıkınca bizim aile ye de şehit dedemden dolayı vurulduğu yerin adı olan Yolaçan soyadını vermişler.
Yakılmaktan kurtarılan Yolaçan Köyü’ndeki kahvehaneye köylüler dedemin milisken çektirdiği bir fotoğrafı asmışlar. Dedemin yeğeni Turan Yolaçan köyünü bir ziyaretinde o fotoğrafı istemiş ama Yolaçanlılar: “O bizim emanetimiz “diyerek fotoğrafı vermemişler.


Mustafa Yolaçan’ın Kızı Meliha Hanım’ın Oğlu 1942 doğumlu Emekli Öğretmen Halil Gürkan İşeri’nin Anlatımları:
“Dedem Erbaa’nın Yolaçan Köyü’nde Rumlarla çarpışırken şehit düştüğü zaman annem üç-dört yaşlarında imiş. Dolayısıyla babasını hatırlayamıyordu. Onun şehit düşmesi üzerine mağdur kalan aileye kardeşi Seyfettin Efendi sahip çıkmış. 1942 yılında meydana gelen büyük depremde dedemin eşi Zekiye, Mehmet dayımın eşi ve on yedi yaşında kızı enkaz altında kalıp vefat etmişler. Niksar ovasında ve Bengiler Mahallesinde mal varlıklarımız –tütün depoları ve ceviz sergenleri-vardı. Uzun yıllar bu gelirlerden biz de faydalandık ama sonra irtibatımız koptu. Annem 1937 yılında Tokat’a-Darçay Mahallesi’ne-  babam Marangoz Mehmet Rahmi’ye gelin gelmiş (1908-1950) .Sonra Pazarcık Mahallesinde Ermenilerden kalan bir evi satın alarak altını marangoz dükkânı yapıp üstünde de biz oturduk. Onun vefatından sonra 1950’li yıllarda da anneme babasından şehitlik maaşı bağlandı. Ayrıca Milli Savunma Bakanlığı’nın tütünlerden kestiği vergilerden toplanan paralardan da yılda bir kez ikramiye alıyorduk


Annem babasının şehit düşmesini duyduklarına dayanarak bana şöyle anlatmıştı:
“Erbaa Rum köylerinde yaşayan çeteler ülkenin içinde bulunduğu bozukluktan yararlanarak ve kendilerine ait bir Rum Pontus adıyla devlet kurma hayaliyle kandırılarak yöremizde zulümlere başlamışlardı. Çeteler Müslümanların yaşadığı köyleri basıyor, erzaklarını ellerinde alıyor, kadın, kız, çoluk çocuk demeden hunharca insanları katlediyorlarmış.
Bu durumda Erbaa Kaymakamlığı ve halkı Niksar’dan destek istemişler. Babam da yakın arkadaşlarıyla birlikte memleket savunması için gönüllü olarak oluşturulan teşkilata ( milis müfrezesi)yazılmış. Erbaa Kaymakamının çağrısı üzerine on-on beş kişilik bir ekiple oraya gitmişler ve Rum eşkıyaların baskınlarını önlemeye çalışmışlar.
1922 yılının Ocak ayında Rum eşkıyaların Yolaçan Köyünü basıp yakacakları ihbarı gelince süratle oraya gidip mevzilenmişler. Çıkan çatışma sırasında bir düşman kurşunu taştan sekerek çapraz fişekliğine isabet etmiş. Fişekler ateş alınca babam da ağır yaralanmış ve tedavi edilmesi için sabahleyin Erbaa’ya ulaştırmışlar. Ancak ne yazık ki ağır yaralanan babamı kurtaramamışlar, kız kardeşinin evinde şehitlik mertebesine ulaşmış. Erbaa’da bütün halkın katılımıyla büyük bir askeri tören düzenlenerek Niksar’a getirip defnetmişler.
Soyadı kanunu çıkınca Rumların baskınından kurtararak uğruna Erbaa’da şehit düştüğü köyden dolayı Yolaçan soyadını aldık. Ben de babamdan Dul ve Yetim Aylığı Kanunu’ndan dolayı maaş aldım”


Yolaçan Köyü Eski Muhtarlarından 1947 Doğumlu İmam Hatip Mustafa Gürel’in Anlatımları:
“Babam Akgül köyümüzün tarihinde önemli bir yeri olan bu konuyu ara sıra bize de anlatırdı. Ona da o günleri bizzat yaşayan Ömer Ağa adıyla maruf dedem anlatırmış. Erbaa ve çevre köylerden toplanan Rum eşkıyalar halkta huzur bırakmamışlar, hemen her gün adam öldürme, yol kesme, tecavüz, köy yakma gibi bir acı haber duyuluyormuş. Birinci Dünya Harbinden sonra memlekette doğan başıbozukluk her tarafa sirayet etmiş. Hükümet kuvvetleri de Rumlarla mücadelede yetersiz kalıyormuş.
1922 yılının Ocak ayında Herizdağı, Hacıbey Rum eşkıyalarının bizim köyü de basarak yakacaklarına dair haber gelmiş. Haber doğru çıkmış akşam karanlığında eşkıyalar, ellerinde gaz yağı tenekeleri ve çıralarla köye doğru yaklaşmışlar. Ancak baskın önceden haber alındığı için Niksar milislerinden oluşan on beş kişilik bir grupta köyün uygun mevzilerine yerleşmişler. Daha ilk Rum çete grubu köye yaklaşır yaklaşmaz bizim milisler ateşe başlayınca neye uğradıklarını şaşıran Rumlar da hemen karşılık vermişler. Gece yarısına kadar süren çatışma sonrası Rum eşkıyalar köye giremeyerek uzaklaşmışlar. Milis kuvvetinin başı olan Niksarlı Nalbantoğlu Mustafa bu sırada vurulmuş, sabahleyin Erbaa’ya götürmüşler. Orada kurtarılamayarak bir hafta sonra şehadet şerbetini içmiş. Dedem yaralandıktan sonra Erbaa’ya kadar oradan gelen bir yaylı araba ile götürdükleri Niksarlı Nalbantoğlu Mustafa’nın çok cesaretli, uzun boylu, babayiğit bir milis olduğunu söylermiş.”


Taşova / Yolaçan Köyü:
Tarihi çok eskiye dayanmayan, altı kabileden oluşan, daha önce Erbaa İlçesi’nin Bidevi Nahiyesine bağlı iken Taşova’nın Tokat’tan ayrılarak Amasya’ya bağlı bir ilçe olması üzerine 8 Ağustos 1944 tarihinden itibaren bu ilçeye bağlanan bir köydür. Taşova İlçesine 5 km uzaklıkta olan köyün bugünkü nüfusu (2020 yılı kayıtlarına göre) 105 civarındadır.

KAYNAKÇA:
Ahmet Toprak Arşivi
Akar Hasan, Özbay Müjdat, Milli Mücadele Yıllarında Niksar, Niksar Belediyesi Kültür Yayınları(2.Baskı) ,Niksar Mayıs 2011
Anahtarcıoğlu Fevzi, Yayınlanmamış Hatıratı
Faruk Yolaçan Arşivi
Genel Kurmay Başkanlığı Şehit Araştırma ve Tespit Komisyonu Kayıtları
Halil Gürkan İşeri Arşivi
Halis, Ulusal Savaşta Tokat, Tokat Basımevi 1936
Hoşgör Gül Buse, Türk Kurtuluş Savaşı İçinde Gediz Taarruzu, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı Ankara 2021
Kurt Yılmaz, Pontus Meselesi, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayını No: 68 Ankara 1995
Metin Anahtarcıoğlu Arşivi
Mimaroğlu Mustafa Reşit, Gördüklerim ve Geçirdiklerimden, Ankara Ziraat Bankası Matbaası 1946
Saatçigil Enver, Dünkü Bugünkü Erbaa 1946-1947,Cumhuriyet Matbaası 1947 İstanbul
Şehitlerimiz, Milli Savunma Bakanlığı, 4.cilt 16.sahife Ankara 1998
Yılmaz Hadiye, Arşiv Belgelerinin Işığında Pontus Meselesi, Atatürk Araştırma Merkezi Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Ankara 2010

GÖRÜŞMELER:
Mustafa Gürel, 1947 Erbaa Yolaçan Köyü doğumlu
Ahmet Toprak,1954 Niksar doğumlu
Faruk Yolaçan, Niksar doğumlu
Halil Gürkan İşeri,1942 Tokat doğumlu
Sebahattin Toprak
Metin Anahtarcıoğlu 1962 Ankara doğumlu