“İnsanın, kitap okumayan, kendini geliştirmek için çaba harcamayan ama mevki makam ve servetleri ile övünen ,  sadece bunlardan dolayı saygı görmek isteyen insana insan olduğu için değer vermeyen  insanlar arasında  oturup sohbet etmesi ne kadar zormuş. Zorlukları seven bizlerde  bunları  bilerek doğruyu konuşacağız işte” diye  hayıflandı genç adam arkadaşına. Arkadaşı  Mehmet  köyde yaşıyordu. Büyükler ne derse O’nu yapar, akşama kadar çalışır, sesi  soluğu çıkmaz  okumayı sevmediği için de  eğitime önem vermemiş, okumamış ve köyde kalmıştı. Okuyamamış olmasına hiçbir zaman kendi gayreti olmamasına   bağlamaz, “Nasip böyle imiş. Demek ki kaderimde  Okumak meslek sahibi olmak yokmuş. Köyde çoban olmak  varmış” derdi. Halbuki zeki ve  söylenen şeyleri seneler sonra bile hatırlayan bir zekası vardı.Sözü ve özü bir değildi. Söyledikleri de şeytani sözlerdi.

Yakın arkadaşı ise  okumayı sevmesi sayesinde okumuş ve  pskoloji  öğretmeni olmuştu. Yaz tatili  için köye  gelen pikoloji  öğretmeninin de  sesini çıkarmaması, soru sormaması, büyüklerini dinlemesi isteniyordu. Yoksa  “sen yanlış düşünüyorsun, okumuşun ama  adam olmamışın büyükler yanında söz söylenir mi? “ diyorlardı. Genç adam da o yüzden   köye geldiğinde  kendini doğaya verir, kimse ile muhatap olmadan bağ bahçe işlerine dalar  akşamları  da  kitap okur ve geceleri de köyde gezer, ay ışığında düşüncelere dalardı.

Köyü seviyordu. Köy demek dinlenmek demekti ama patavatsız ve  durmadan maaşını soran  ve  “ne zaman emekli olacaksın” diyenlere  “ya daha yeni başladık öğretmenliğe 10 yılımız bile dolmadı ne emekliliği” diyerek hayret ediyordu. Aslında hayret de etmiyordu artık.  Bunu yapanlar genelde işi gücü olmayan, ya da işini savsaklayan insanlardı . İşi gücü olanlarda  genelde gelişime önem vermedikleri için  ve sözlerinin nereye varacağını hesap edemedikleri için  böyle konuşan insanlardı.

Bir gün gene akrabalar toplanmıştı. Küçük kurumlara bile genel başkan, bölge müdürü olanların havası  ortama yansıyordu.  “küçük dağları ben yarattım. Bu göreve geldikse her şeyi biliyoruz ki , bizi bu göreve getirmişler” havası gözlerinden  yansıyordu ortama.

Genç öğretmen  eğitimssisteminin kitap okumayı çocuklara özendirmesi gerektiğini ve   yetkisi  ve  maddi etkisi olan  insanların da  kitaplar alarak  tatillerde köye geldiklerinde yanlarında arabalarının bagajına kitaplar koyarak okumayı  seven köy çocuklarına hediye etmesi  gerektğini söyledi. Köyden cıkan meslek sahibi olan ve kitap yayınlayan insnaların kitaplarının çocuklara daha etkili olacağını belirtti.

Orada bulunan bir başkan  “Yeğenim öyle düşünme. Ben getirip kitap hedye etsem bile kiimse okumaz ki. Boşuna getirmiş olurum. Okunmayan kitabı sobaya atarlar. Halbuki burada odun bol. Benim kitap  getirmem boşuna çaba” dedi.

Ortamda çocuklarda bulunuyordu. İlkokula giden Ümite  başkana bakarak dedi ki “ Öğretmenimi çok seviyoırum. Çünkü bana kitap getiriyor. Psikoloji  öğretmeni Ahmet abimizde yazları bana  psikoloji kitapları  getiriyor. Okuyorum ve  faydalanıyorum. Arkadaşlarım benim kitap okuduğumu görünce onlarda istiyıorlar. Hatta Ahmet ağabeyin getirdiği kitaplar okulumuzun küçük kitaplığında en çok okunan kitap oldu. Kitaplığımızı kurduk . Bu kitaplarda bize geleceğimizi kuracak.  Yaşa Ahmet ağabey, Allah ne muradın varsa versin....”

Daha da konuşacaktı ki  Ümit’İn dedesi. “sen ne zaman  büyüdün de böyle konuşuyorsun. Büyük dedeler  burada dururken sana  söz mü düşer. Öyle düşünme, benim gibi düişün. Okulda ders kitaplarınız neye yetmiyor. Siz kitaplar okuyunca  ineklere koyunlara kim bakacak?” dedi.

Ümit gülmeye başladı.10 yaşındaydı ama  kitap okuya okuya bayağı büyükler gibi düşünmeye başlamıştı. “İneklere bakmak kitap okumaya engel mi dede. Daha geçen gün  lise giriş sınavında bir çoban Türkiye birincisi oldu. İneklere  de bakarız. Kitabımızı da okuruz. Hatta ineklere  kitap okursak süt verimi bile artar....” deyince herkes gülmeye başladı.

Tam bu sırada  oraya Ümit’in babası geldi. Oğluna bakarak “ Adın gibi umutlu ol, ümitli ol oğlum, her ortamda doğru bildiğini anlat ama saygısızlıkta yapma. Görüşlerini anlat ama dayatma. Böyle tutumunla sen köyümüzün gururu olan bir düşünür olacaksın” dedi.

Herkes bir söylemek için heveslendi ama sustular.Ümit ve  babasının hazırcevaplılığına  şaştılar. Ahmet  öğretmen Ümit’in dedesine bakarak dedi ki “Osman amca, oğlun ve torununla ne kadar  gurur duysan yeridir. Güzel kitaplar okuyan gelişir ve  benim gibi  öğretmen olur. Psiikoloji okuyan insan olarak sizleri anlıyorum ama  bu  durumun değişmesi ve yaşı  büyük  ve mevki makamı  malı olanın değil  doğru söz söyleyenin samanı olmalı çağımız” dedi.

Ümit “ Hz. Ali bile “çocuklarınızı  kendi çağınıza göre değil , onların çağına göre yetiştirin“ dememiş mi ? Öyle güzel sözler söyleyen Hz. Ali’yi ben çok seviyorum “dedi. Oradakiler bu güzel söze ne diyeceklerni bilemediler.

Biraz önce gerilen ortam  küçük bir çocuğun büyük ve güzel sözleri karşısında  yumuşadı.

Ahmet  öğretmen “ Güzel söz söyleyen kim olursa olsun yerinde ve  doğru söylediği zaman alkışlamamız  yerinde  olmayan ve  saçma olan sözlere de tepki göstermemiz lazım ki, insanlar iyiyi  öğrensin  destek olsun, kötüyü dışlasın. Gerçi bize doğru gelen başkasına veya  başkanlara yanlış gelir ama gene de   sözleri “ sen öyle düşünme böyle düşün” diye bölemeyiz ve  bunu  söylemeye kimsenin hakkı da yok. “

Bu söz üzerine  “başkan”   yavaş yavaş o ortamdan kalkarak  uzaklaştı. O’nun uzaklaştığını gören Ahmet bey bıyık altından gülerek “  İnsanın ne dediğine değil ne yaptığına, yaşı ne olursa olsun insana nasıl değer verdiğine, sözünde durup durmamasına  bakalım ki  hak yerini bulsun” dedi.

Orada bulunanlar ne diyecekleri bilemedikleri için “söz gümüş ise sukut altındır “ sözü gereği susmanın  daha değerli olduğunu anladılar.

“Hikayedeki başkan  nerenin başkanı derseniz başkan dan bol ne var ülkede”  dedi Öğretmen Ahmet bey gülerek. Önemli olan insanın doğru ve güzel fikirleri.  

Ümit ayağa kalkarak   Ahmet öğretmene sarıldı ve  “ Öğretmenim sizi insan olduğunuz, kitap okuduğunuz, doğru sözlü olduğunuz için ve  “oku” emrine sıkı sıkıya bağlı olduğunuz “oku” emrini veren için çok seviyorum” dedi

Orada bulunanlar  bu sözler karşısında duygulandılar. Burada bir anda yaşanan bilinçlenmenin ve farkına varmanın  devamlı olmasını dilediler ama zaman her şeye gebeydi ve “zamanın  kime düşma kime  dost olacağı bilinmez ki  dememişler boşuna.

Ama bu küçük sohbetin birilerine ders olduğunun farkındaydı orada bulunan herkes.

Sohbet bitip de dışarı çıktıkları zaman Mehmet  çocukluk arkadaşı öğretmen Ahmet”e dedi ki  “bu yaştan sonra da olsa bende okusam öğretmen olur muyum ?”

Ahmet öğretmen  Mehmet”e sarılarak dedi ki” okumanın yaşı yoktur. Torunu ile okuyup da okul bitene baksana tv lerde gazetelerde haber olan sen geç değil erken bile kalmışsın ve hemen adım atarsan belki bizi bile geçersin” dedi.

Mehmet  Ahmet öğremene sarıldı “hemen atacağım hemde en büyük adımlarla” dedi.Gözlerinden iki damla yaş indi.

İnsan isterse  ğlkemizin okuyan insnalarla dolu koskocaman bir okyanus olur.”Oku” emrini veren sevinir destekler herkesi...