Bilirsiniz, yaşınız kaç olursa olsun annenizin nazarında hep küçük bir çocuk muamelesi görürsünüz… Üzerinizi sıkı giyinmenizi tembihler, ayağınızdaki çorabın inceliğinden hasta olacağınızı söyler ve yaşınız 50’ye yaklaşmış da olsa saçınızı okşar anneler.
Benim annem de öyleydi…
Yok zamanların dirençli kadını olarak babamla birlikte bir ev nasıl teşekkül edilir, evlatlar nasıl mükemmel yetiştirilir, işte bunları yapmıştı. Edep, adap ve ahlak öğretileriyle etrafına ışık saçan bir Anadolu kadınıydı. Babamın sırtını dayadığı sarsılmaz bir dağ olarak yıllarını verdi bizlere.
Beş vakit namazında “elden ayaktan düşmeden emaneti al” diye yalvardığı Rabbimizin, bu duasını kabul ettiğini hissetse, görme yetisini yüzde 80 kaybettiği gözleriyle yine ağlardı. 20 Mart 2022 günü son nefesini verdiğinde aklımıza gelen bu duası ve torunlarından birinin “Müftü” olması dileğinin gerçekleşmemesiydi…
Çok vakit geçmeden aslında bu dileğinin de gerçekleşmiş olduğunu anladık. Feraseti ve imanının gücü, son yolculuğuna Müftü Bey’in kıldıracağı cenaze namazını nasip etmişti. Annemin bu dileğini Müftümüz Abdullah Pamuklu’ya anlattığımda, “Ben de onun bir evladı sayılırım, teyzemizin bu dileğini yerine getirmeye vesile olduğum için şükürler olsun” demişti…
13 yıl önce babamı kaybettiğimde hissettiğim acının tezahürünü yeniden yaşadığımda, bir kez daha dünya ile ilgili hiçbir meselenin çok da önemi olmadığını gördüm. Kalıcı olanın “iyi insan” olmaktan geçtiğini, komşuluk yaptığımız eski dostlarımızın annem ve babamla ilgili anılarını dinledikçe, bir kez daha anladım. Annemin komşularına, akrabalarına, kendisini tanıyanlara karşı şefkat ve merhametle olan yaklaşımının “O bir Osmanlı kadınıydı” ifadesiyle şekillenmesi, belki de onu tanımlayacak yegâne cümleydi.
Babamın vefatından sonra sanki hep bir yere rahatça oturmadı, kanepenin ucuna ilişti, koltuğa yayılmadı, yatağında bile her an kalkacak ve bir yere gidecekmiş gibi uyudu. Dünya yolculuğunun babamdan sonra kendisi için de her an biteceğini sanıyordu. Ya da bilmiyorum, ben öyle hissediyordum. Daha az konuşuyor, sanki daha az gülümsüyordu. Torunlarıyla geçirdiği vakitlerde “eskilerden olanları” anlatması, anılarını tazelemesi hepimiz için keyiflerin en güzeliydi…
Her anne ve baba, çocukları için özeldir ve dünyanın en iyi anne ve babalarıdır. Benim anne ve babam da bizler için öyleydi. Yetiştiğimiz Sulusokak Semtinin komşuluk ve akrabalık bağlarının sıkı sıkıya bağlı olduğu dönemlerinde işinde gücünde olan, ihtiyaçlıya yardıma koşmayı ahlak edinen, dedikoduyu bilmeyen (yapanı da tatlılıkla uyaran), ibadetlerini yalnız Allah’a gösteren, tatlı dilli- güler yüzlü insanlarıydı. Sofraları açık, gönülleri zengin, dilleri o kadar tatlıydı ki…
Bakkal olan babamın bana verdiği ilk ders “Terazinin kefesi her zaman müşteriden yana ağır olacak” cümlesiyle ifade edilmişti. İhtiyaçlı olana gücün nispetinde yardım etmek, ürünlerin en iyisini satmak, kendi evimize götürmediğimiz, yiyemeyeceğimiz hiçbir şeyi başka insanlara satmamak, sattığın malları elindeki stok bitene kadar fiyatı kaça çıkarsa çıksın fırsatçılık yapmadan aynı fiyatla insanlara sunmak, güler yüzlü olmayı tatlı dille taçlandırmak, adeta bir “aile manifestomuzdu”. Bu manifestoyu yazan ve bizlere dikte eden babam ve annem, onlara kavuşacağım güne kadar karanlığıma ışık, hüznüme ferahlık, kalbime İnşirah olacaklar.
Aziz Peygamber “Hiç unutulmayacak yüz, anne yüzüdür” diye buyurmuş. Ben de annemi 40 yıl önceki cevval haliyle de 77 yaşındaki beli bükük durumuyla da Rabbim izin verirse unutmayacağım elbette. Çamaşırların leğenlerde elde yıkandığı zamanlarda elleri kışın pancar gibi kıpkırmızı olurken bile benim bir sebepten üzüldüğümü görüp kucağına almasını, teselli etmesini, işini gücünü bırakıp beni güldürmeye çalışmasını son nefesime kadar nasıl unutabilirim. Hiçbir talebime anne ve babamın imkânları ölçüsünde hayır dememelerini nasıl ama nasıl unutabilirim.
Daha 1 hafta önce ellerimi sıkı sıkıya tutup, “Seni yaratana kurban olurum” deyişini hak et emek ve onları yattıkları yerde incitmemek için üzerimdeki ağır yükle ömür yolculuğunu tamamlayacağım güne kadar işimin zor olduğunu biliyorum. Rabbimden beni, bizleri, hepimizi utandırmamasını; anne ve babalarımıza yakışır evlatlar olarak vakti geldiğinde emanetlerini almasını diliyorum.