Psikolojide insanın üç türlü “bildiği” varsayılır:
1. Bilir.
2. Bilmez..
3. Bilmediğini bilmez…

Etrafımızdaki çoğu insanın üçüncü sıradaki tanımlamayı karşıladığını biliyoruz. Bilmediklerini bilmeyenlerin arasında yaşıyor ve çoğu zaman saçlarımızı yolacak seviyeye gelebiliyoruz bunların yüzünden. 

Hele şu seçim sürecindeki konuşulanlara bakınca akıl tutulması yaşamamak elde değil. Alanlar, satanlar, yıkıp yeniden yapanlar, holdingleri şehre yatırıma getirenler, su parası almayanlar, gizli kapaklı toplantılarda muhtarlara ev-araba vaat edenler, vesaire vesaire… Ayağa düşen/düşürülen bir seçim süreci bu.

Neyse, şu aşamada yapılacak bir şey yok, bu süreç böyle gelip geçecek.

Ama bu şehrin dinamiklerine kasteden bir siyasetçi, bitmeyen ihtirasları ile kini ve düşmanlığını pervasızca sergilemekten kaçınmıyor. Esas tehlike de bu.

Tokat, tarihi boyunca böyle düşmanca bir siyaset görmedi. Seçimdir; kazanılır ya da kaybedilir. Ucunda ölüm olmayan bir demokratik bir yarışı, kin ve nefret tohumları ekerek kaosa sürüklemek isteyenlere bu topraklardan bir daha milletvekili seçilmeyeceklerini gösterme zamanı şimdi. 

Seçimlerin, politika yapmanın, siyasette hamlelere girişmenin ölüm-kalım mücadelesi olmadığını “bilmeyen” bu tiplere, inanıyorum ki 31 Mart’ta kırmızı kart gösterecek bu millet. Psikolojideki “bilmediğini bilmeyen” tehlikeli grup arasında yer alan bunlar gibi siyasetçilere ihtiyacı yok toplumun. 

Süleyman Demirel’den dinlemiştik bu hikâyeyi:
İki berduş kasaba meydanında avare avare dolaşırken bir kalabalığa rastlamış. Bakınırlarken, bir güvercin uçup berduşlardan birinin omzuna konmuş. Herkes toplanmış, berduşa “Sen padişahımız olacaksın” demişler. Berduş “Olmaz” diye ısrar etse de inatçı kasabalılara yenik düşmüş. Padişahlığı kabul edip arkadaşını da sadrazam yapmış. Aynı gün de başlamış zulme, boyun vurmaya, vergi salmaya. Arkadaşı, “Yapma, halk kızacak” deyince çiçeği burnunda padişah cevap vermiş: “Güvercin uçurup padişah seçen halka böylesi az bile!”

Bizimkilerin padişah değil de milletvekili olarak belirlediği arkadaş, bugün bu noktada: 
Zulüm, tehdit, şantaj, komplo, ne ararsanız her şey var. Kurduğu ekiple ortalığa saldığı korku iklimi, dernekleri ele geçirme gayreti ve başarısı, bugünümüzün en karanlık tablosu.

Yazdım, yine yazıyorum, yazacağım. Cumhuriyet’imizin Savcılarını da uyarıyorum: Gazeteci ve politikacı olarak can güvenliğimin olmadığı bir şehirde yaşıyorum. Başıma gelecek en küçük olayın müsebbibi, etrafına caka satarak korku imparatorluğu kurmaya çalışan bu “Tiran” olacak. Umurunuzda olur mu bilemem, ama şehrin dinamiklerinin, kanun koruyucularının ve güvenlik güçlerimizin bilgisi olsun diye yazıyorum.

Etrafındaki gazeteci kılığındaki çakalın da güya beni, kendi soyumdan olan bir hainle vurmaya çalışması ise ayrı bir rezillik. Ama Allah hepsini ayaklarına dolandıracak kadar büyük. Ne yaşattılarsa onu yaşayacaklar. Ne diyordu Hafız:
Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler…